TÜRKİSTAN’IN 3 KILICI VE İZMİR’İN İSTİKLALİNE KAVUŞMASI


Anadolu Bağımsızlık Hareketi’nin zaferle noktalandığı tarih olan 9 Eylül 1922’nin 98. Yıldönümünde (bugün) TRT 2'de Türk İstiklâl Savaşı Dönemi'ne ait arşiv görüntüleri izledim. Siyah-beyaz ve eski filmlerin içinde 1920'lerin Ankara'sı ve İstanbul'u gösteriliyordu. Tarihe ışık tutan bu kayıtlardaki başlıca kişiler: Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa, Latife Hanım, Ali Fethi Okyar, Rauf Orbay, Halide Edip Adıvar... 
İçinizde bir toz tanesi kadar tarih benliği olsa bile heyecan ve kıvanç duygusunu iliklerinizde yaşıyorsunuz, bu gösterim karşısında. Ben de tüm bu hisleri yüreğimden gelen bir inançla düşündüm ve zihnimin derinliklerinde tasavvur ettim. 
Bizler; Asya bozkırlarından Avrupa düzlüklerine, kadim Türkistan’dan Anadolu’ya kadar uzanan kocaman bir coğrafyanın balaları iken maalesef bunun farkına varamıyoruz. Şu anda okuduğunuz sözcüklerin kağıda dökülme amacı okyanuslar kadar engin olan ortak geçmişimiz arasındaki bağların idrak edilmesine katkı sunmaktır.
İzmir’in Yunan askerleri tarafından 15 Mayıs 1919 tarihinde işgalinden sonra Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal Paşa, Türk milletine güvenmiş ve vatansever Türk subayları ile Milli Mücadele hareketini ulusal olarak başlatmıştır. İstiklal Harbi yıllarında Anadolu’da Türk milleti hürriyet savaşı verirken aynı zamanda Türkistan’ın kadim yurtlarında da soydaşlarımız Ruslara karşı mücadele etmektedir. Bu dönemde Buharalılar, Semerkantlılar, Taşkentliler, Hivalılar, Kazak ve Kırgız steplerindeki Türkler… Anadolu’da kardeşlerinin başlattığı Mili Mücadele’yi takip etmektedir. Asya Türklüğünün temsilcileri olan soydaşlarımız şunu çok iyi bilmektedir ki Anadolu Türklüğü kendisine vurulmak istenen prangaları kıramazsa Türk, devletsiz kalacaktır. Bunun için Başkomutan Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk ordusunun elde edeceği zaferi sadece Andolu’daki Türkler değil binlerce kilometre uzaklıktaki Türk yurtları da arzulamaktadır. Türk ordusunun döktüğü kan, Türk milletinin kurban ettiği kınalı kuzular binlerce yıllık maziye uzanan bir hesaplaşmanın bedelidir. 
Kazak Türk’ü şair Magcan Cumabay, Küçük Asya’nın düşman postalları ile çiğnendiği 1918-1919 yıllarında Anadolu’ya hitaben kaleme aldığı ‘’Uzaktaki Kardeşime’’ isimli şiirinde şunları demiştir:
Uzakta ağır azap çeken kardeşim
Solmuş laleler gibi kuruyan kardeşim
Etrafını sarmış düşman ortasında
Göl gibi gözyaşı döken kardeşim 
Önünü ağır kaygı örtmüş kardeşim
Ömrünce yaddan cefa görmüş kardeşim
Hor bakan, yüreği taş, kötü düşman
Diri diri derini soymuş kardeşim 
Ey Pirim! Değil miydi Altın Altay
Anamız bizim? Bizlerse birer tay
Bağrında yürümedik mi serazat
Yüzümüz değil miydi ışık saçan ay? 
Kurtuluş Savaşı’nın pek bilinmeyen sembollerinden olan 3 kılıç ve el yazması Kur’anı Kerim ise hafızalarımızın karanlık dehlizlerinde saklı bir şekilde keşfedilmeyi bekliyor. 13 Eylül 1921 tarihinde kazanılan Sakarya Meydan Muharebesi, Anadolu’nun dört bir yanındaki vatanperver Türk evladını sevince boğmuştur. Bu kutlu zaferin nidaları Hazar’ın doğusundaki Türkistan’da büyük bir umut ve inanç ışığının doğmasını sağlamıştır. Türk sevdası ile atan nice kalpler dualar etmiştir. Bu kutlu yengi, Türk milletinin yazgısını değiştiren tarihi bir kırılma noktası olarak da kayıtlara kazınmıştır. 1683 İkinci Viyana Kuşatması’ndan beri devam eden Türk’ün geri çekilişi son bulmuştur. Dişine kan değen bozkurt ayağa kalkmıştır.
Özbek Türkleri, Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra Ankara’ya bir heyet göndermiştir. Milli Mücadele’nin merkezi olan Ankara’ya gelen bu elçiler, Buhara Halk Cumhuriyeti tarafından doğrudan Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek için görevlendirilmiştir. Bu sefirler beraberlerinde 3 tane altın işlemeli kılıç ve el yazması Kur’anı Kerim getirmişlerdir. Bu armağanlar, İzmir’in ve Batı Anadolu’nun Yunan zulmünden azad edilmesi ile belleklere kazınacak milli toyun sembolleri olacaktır. Bu üç kılıçtan biri Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya, biri Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya verilir. El yazması Kur’an Kerim de TBMM’ye takdim edilir. Buhara’dan gelen Türkistan temsilcileri, Mustafa Kemal Paşa’ya değerli taşlarla süslenmiş 3. kılıcın Türk Başbuğu Sahipkıran Emir Timurlenk’e ait olduğunu ve bu mukaddes hediyenin İzmir’e ilk girecek Türk subayına verilmesini söyler. Çünkü İzmir, 1402 yılında Emir Timur’un fethinden bu yana 15 Mayıs 1919 tarihine kadar kesintisiz Türk egemenliğinde kalmıştır. Bu yüzden İzmir’in fatihi 3. kılıcın da sahibi olacaktır. Türkistan’ın Anadolu Türklüğü ile olan çelikten sağlam bağları bu şekilde taçlanacaktır. 
26 Ağustos 1922 tarihi, ayağa kalkan dişi bozkurtun pençeleriyle önüne koyulan zincirleri paramparça edişinin adıdır. Türk askerleri; içindeki bitmez tükenmez vatan aşkı, bayrak sevdası ve inançlarından aldıkları güçle muzaffer bir şekilde İzmir’e ayak basmıştır. İzmir’e giren ve Alsancak-Kordon istikametinde ilerleyen Türk süvari birliğinin komutanı Yüzbaşı Şerafettin, bu esnada hafif bir şekilde yaralanır. Hükümet Konağı’na ulaşan Yüzbaşı Şerafettin, göğsünde muhafaza ettiği ve kendi kanına bulanmış olan ay-yıldızlı al bayrağı çıkarır ve gururla göndere çeker. O an, Türk yurdunda Türk bayrağının kıyamete kadar nazlı nazlı dalgalanacağının acuna ilanıdır.
Başkomutan Mareşal Komutan Mustafa Kemal Paşa, 3. kılıcı İzmir’in fatihi olan Yüzbaşı Şerafettin’e törenle takdim eder. Böylece mavi gökkubbenin gölgesindeki Türkistan’ın incisi Buhara’dan Ankara’ya taşınan ve kader birlikteliğinin bir nişanı gibi olan son armağan da sahibine ulaşmış olur. 
20. yüzyıl başlarında tüm bu hadiseler bu topraklarda cereyan etti. Türk'ün bağımsızlık cengi yaşandı. Bu tarihimizde ne ilk idi ne de son olacaktı. Zaman, nehirlerin akışı gibi yolunda ilerledi ve bizleri 21. asra ulaştırdı. Bugün İzmir’in kurtuluşunu kutlarken tarihin tekerrür edeceği vaktin çok uzakta olmadığını görebiliyoruz. 
Şundan emin olunuz ki bir kez daha kurtlar ve çakallar cenk meydanında karşı karşıya gelecek. Yaylar gerildi, okların havada çarpışması kaçınılmaz. Utku, yine Türk’ün olacak. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Üç Şehitler Destanı’na yeni yengiler unutulmamak üzere nakşedilecek. Bu dediklerim ne kehanet ne de temelsiz bir öngörüdür. Bir fay hattını düşünün. İçinde biriken enerji taşıyabileceği sınırı geçtiği anda sarsıntı yani deprem üretir. Bu belki 5 yıl sonra belki 10 yıl sonra zuhur edecek. Ama şu muhakkak ki milenyumdan önce gerçekleşecek. Türkiye ve Yunanistan arasındaki durum da böyledir. Bunu analiz etmek ya da bu çıkarımda bulunmak için biraz okuma yapmak biraz da tarih şuuruna malik yeterlidir.
MUHARREM KOÇAK

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

EY YÜCE TÜRK MİLLETİ

MİLLİ ŞUURUN 3 ANA ÖGESİ: ‘’DİL-KÜLTÜR-TARİH’’

GARA BÖLGESİNE ŞEHİT DÜŞEN ASKERLERİMİZ İLE İLGİLİ BİLDİRİ